Gece bekçisi...

31 Mart 2009 Salı

Yüreğime sakladığım kuytu köşeler, gidip gidip sığınmak için ürkekliğimde... yalnızlığıma direndiğim deli deli ağladığımda saklanmak için... kaybolduğumda varlığımın izi kalan tek yer... sensiz ıssız olan herşey gibi... ben gibi... adını her sokak lambasına koyduğumda bütün sokakları senle dolduruşum gibi... senin bendeki ıssız yanım gibi...en sessiz en derin... suskunluğumun seni yadedişi... rüzgara selamımı fısıldayışım,,, sanadır... seni tutarcasına kar tanelerine uzanışım...

Hep sen gibi çevremdeki kalabalık... hep senmişsin gibi zannedişim...

Bekleyişim; belki olur ya belki uğrarsın bu taraflara... hiç geçmeyen bir yolun belki olmayacak bir günde seni bana getirdiği gibi... yağmurlu o gün gibi... saçlarından alnına akan o sular gibi yanaklarıma sızan damlalar...

Varlığının huzurum olduğunu bilmeyen sen... geceler beni sana getiriyor kimi zaman... yüzün ne zamanki netleşiyor kaçıyorum... ne kadar özlediğimi hissetmemek için...

Bilirim hiçbir zaman gelmeyeceğini... Sen hep orada olacaksın bilirim... öyle bile olsa sen benim en titrek yanımsın... Yıllar yılı içimde saklanmış ve hiç eskimemiş bir yanım...

Saçımdaki ilk beyaz, alnımdaki ilk kırışık senin armağanındır... Herşeye değersin... Birgün bunu öğrendiğinde ne kadar sevinirdin.... ama ben sana hiç söylemedim...

O yalnız kalan sokak lambası bendim... Geceleri; ayakta, sessiz, aydınlık...sokağın bir köşesinde bekleyen bendim... ne beklediğini iyi bilen ama beklenilenin bihaber olduğu sensiz yanım... bendim...

Başsağlığı...

28 Mart 2009 Cumartesi

Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Halkbilim Bölümü Etnoloji Anabilim Dalı hocalarımızdan Prof. Dr Gürbüz Erginer hocamızı bir trafik kazasında kaybetmiş olduğumuzu öğrendim. Kendisinin, masterımı yaptığım esnada, ritüellerle ilgili bir dersini alarak onu tanıma fırsatı bulmuştum. Bana göre tam bir Anadolu insanıydı ve çok değerliydi.. Yıllardır görmemiş olmama rağmen bu acı haberi yüreğimi sızlattı... Böyle kaybetmek çok acı verdi doğrusu. Ve kitaplığımda yıllardır bende kalan, iade etmeye fırsat bulamadığım bir kitabı vardı, hocamdan kalan bir anı bana artık..

Hocam mekanın cennet olsun... Dualarımda sen de olacaksın... Seni çok seviyorum.

Kendisine Allah'tan rahmet ve ailesine de sabırlar diliyorum...

gidin..izleyin..


Güneşi gördüm... Türkiye'nin mevcut bir gerçeği yine bir filmde... doğudan terörizmden kaçmak zorunda kalan ve büyükşehirde umutlarını yitiren bir aile... izlenmeli... fantastik vs filmlerden önce...

yine bir kitap...eskilerden..

10 Mart 2009 Salı

Tüfek, mikrop ve çelik... eğer toplumların kökenlerine, geçirdikleri tarihi süreçlere bilimsel açıdan biraz merak salıyorsanız, Tübitak yayınlarından çıkan bu kitaba bir bakın. Kitabın başlıklarından bazıları şunlardır: Yiyecek Üretiminin Başlaması ve Yayılışı; Badem Nasıl Yetiştirilir?; Yiyecek Üretiminden Tüfeklere, Mikroplara ve Çeliğe; Öldürücü Bir Armağan: Hayvan Varlığı; Çin Nasıl Çinli Oldu?; Afrika Nasıl Kara Afrika Oldu?... Kitap bölüm bölüm farklı konulardan oluşuyor. En başta sıkıcı gibi görünse de kurcaladığınızda iyi ki okumuşum diyebileceğiniz türden... Tübitak yayınlarını bilirsiniz; oldukça uygun fiyatlarda sunar kitaplarını...

Amr Diab

8 Mart 2009 Pazar

Yıl 2002... benim için önemli bir seneydi... O dönemlerde çok sevdiğim bir arkadaşım aşılamıştı onu bana:)

Mısır Prensi diyorlar ona ama bunu hakediyor yaptığı besteleri ve şarkılarıyla... yıllardır dinlerim şarkılarını Amr Diab'ın ve de takip ederim albümlerini, bazı şarkılarında kendimden bile geçmişimdir... Amr Diab'ı dünya tanıyor ama ne ilginçtir ki biz yıllar olmuş hala bilmiyoruz bu şarkıcıyı.. Oriantalist müziğin duayenlerinden olarak kabul ediliyor ama Akdeniz esintilerini de içeriyor şarkıları... Arap dünyası ona hayran, şarkılarını Arapça seslendiriyor ama anlamasanız bile müziğini dinlediğinizde unutamayacağınıza inanıyorum.. Ola ki sözlerini merak ettiniz şarkılarının, Türkçe çevirilerine bakarsınız netten, görün ki ne kadar anlamlı hepsi de.... Bence gerçekten üstün bir sanatçı, tıpkı bizim Sezen Aksumuz gibi...

Kalanlara dair...

2 Mart 2009 Pazartesi

Kalanlara dair herşey dokunulmadıkça hissettirmiyorsa kendini eskimiş mi dersiniz.... yoksa hala varlığının sessiz sedasız yol alışı mı belleğimizde?
Ne kadar bakıyoruz ufuklara çevirip yüzümüzü?
Ne kadar mutluyuz oksijen alırken damarlarımıza?
Bunun ne şans olduğunu bilmemize rağmen sindirememek Pollyanna'yı aptal yerine mi koyuyor?
Ufuklara bakmak lazım biraz da... Yaşamayacaksak bile o manzarayı, bile bile ufuklarda yüzmek de şart... Duyguları doyurmak için... Sevgisiz kalan yanları ilgiye boğmak için... Kendini kandırmışlık değil kendinle mutlu olmak, hayaline dalmak olası bir düşün...
Hayaller kurmak lazım hayaller... olsa da olmasa da... çocukken kurmadık mı... büyüdük olamaz mı...
Eğitirken benliğimizi sevgiyle de sulamak... Ben; kaşımı seviyorum, çünkü bakarken istediğim gibi davranıyor:) Ben elimi seviyorum, çünkü rengi hoşuma gidiyor... gibi..
Ardından sevmediklerimize bakalım... neden diye... sevimsiz oldukları için mi zarar verdiklerinden mi... kurtarılacak bir yanı yoksa sevemezsiniz... hırçın bir denizde sandal ne yapsın... Mümkün olduğunca sevmek tabi önerimiz... Sözkonusu yıpratılmış aşklar sevgiler değil, sözkonusu başka şeyler...